22 Ekim 2013 Salı

Sanat


                Üç tel saç. Günden güne derinleşen çizgiler. Yaşlandığı her halinden belli olan adam, uykusundan uyandı. Sehpanın üzerinde duran daktiloya emin adımlarla ilerledi. Her adımında odanın etrafına dağılmış olan şişelerden birini devirdi. Odaya egemen olan şişelere alkolde katıldı artık. Sandalyeye oturdu, bildiği gibi. Parmakları romanını yazmaya devam ediyordu. Artık yazmak, el alışkanlığı haline gelmişti bizim yaşlı kurt için. Yazısına ara verip doğruldu. Biraz duman sinmişti odaya. Camı açtı, sanatsız bir şekilde. Camı açtı, altta jenerik müziği olmadan. Yağmur camı tıklatmadan o camı açtı. Martı seslerini duymadı ama o yinede camı açtı. İçeri hücum eden temiz havayı içine çekti. Ciğerlerini temizleyemeyeceğini bildiği halde.


                Hava soğuk. Pul pul dökülen derisi üşüyor. Uzun bir süre önce kötü hastalığa yakalanmış. Bir arkadaşına anlatırken duymuştum. Camı kapattı. Bu olayda yine bir sanat göremedi. İçindeki sanat aşkı onu bir sabah terk etti. Küçük bir not bile bırakmadan. Yeni dostu olan hastalığı kıskandı herhalde. Artık alakasız doğa olaylarını birbirine bağlayamıyor. Kişileştirme yapamıyor, devrik cümle dahi kuramıyordu. Aradan aylar geçti. Ölüm onu camın kenarında yakaladı. Sevdiği insanlardan birini görmesini beklemeden. En sevdiği şarkıyı son kez dinlemeden. Ruhu bedeninden çıkmaya başladığı anda aciz bedeni de sandalyeden düşmüş. Bunu bana kim mi anlattı? Camı tıklatan yağmurdan duydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder