
‘’Yunus
oğlu Ramazan burada mı?’’ dedi amir yüksek sesle.
Ramazan
gülümsedi ve öne attı kendini. Askerler şaşkındı. Bu kadar kolay olmasını
beklememişlerdi herhalde. Bir tanesi Ramazan’ı tutuklamak için yaklaştı. O an
Ramazan’la göz göze geldik. Ah hıyar Ramazan. Benden bir şeyler yapmamı bekliyordu.
Ona yardımcı olmamı bekliyordu. Bir iki defa davrandım ama kelimeleri dökemedim
nedensiz. Tuttular, Ramazan baktı, sustum, götürdüler.
Seher
vakti çıktım evden. Gazetemizin dokuzuncu sayısı bugün çıkıyordu. Mektebin
oradan sağa girdim. Karşıma Yunus Efendinin oğlu Ramazan çıktı. Tam sekiz sene
sonra. Ah hıyar Ramazan. Kadı idam kararını nedensiz bir şekilde bozmuş ve
Ramazan’ı sekiz yıllık hapis cezasına çarptırmıştı. İlk senesinde
İstanbul’daydı. Birkaç defa konuşmak için yanına gitmiştim fakat o hiç
gelmemişti. Sonrada Konya’ya nakil olmuştu zaten. Şimdi biraz kilo almış
şekilde karşımdaydı. Korkuyordum. Tehdit mektupları yolluyordu çünkü. Yürümeye
başladı, yaklaşıyordu. Nefesimi tutup, fesimi çıkardım. O davranmadan dinamiti
fişekledim.
Yerdeyim. Başımın herhangi bir
yerinden kan akıyor. Kanla beraber ruhum dökülüyor Kasap Osman’ın dükkanına
doğru. Bacaklarım, bacaklarım hareketsiz. Kalbim hızla çarpıyor. Göğüs kafesim
onu tutamıyor sanki. İnsanların silüetlerini görüyorum ama kim olduklarını
seçemiyorum. Ayak ucumdaki Tarakçıların Hüseyin Efendi mi, yoksa bana mı öyle
geliyor? Altı yaşımda dedemin öldüğü günden beri, ölümü merak ediyorum.
Ölüyorum. İnsanların bakışları arasında ölüyorum. Kimse yardım etmiyor, ben
ölüyorum. İnsanlar fısıldaşıyor, ben Celal oğlu Mustafa ölüyorum. İnsanlar
ölmüş, bende ölüyorum. Afaka doğru
süzülüyor ruhum. Ramazan hizamda yerde. Ah hıyar Ramazan. Yunus Efendinin oğlu,
aklı kıt Ramazan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder